Son Dakika
AİÇÜ, TS EN ISO 9001:2015 Belgesi Almaya Hak Kazandı
AĞRI’DA İLK KADIN OTOBÜS ŞOFÖRÜ
Çiçek: “Geçit Yok! Biz Bu Savaşı Kazanacağız.”
“Ağrı Dağı Solunum Zirvesi-2” Tuzluca Tuz Terapi Merkezi’nde Gerçekleştirildi
TİGAD’DAN BASIN AÇIKLAMASI
21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü: Yerel Basının Sorunları ve Çözüm Önerileri
Alpaslan Türkeş’i ilk kez, “komando kampları kurdurup Kürtleri, solcuları öldüren adam” diye tanıtıldı gıyaben. Çocuktuk. Türk basınının neredeyse tamamı solcuların kontrolünde olduğu için bu propaganda ve inanç havası Tüm Türkiye’ye hakimdi.
Yıllar sonra hayatın akışı/kader, beni rahmetli Türkeş Beyle karşılaştırdı. Ete kemiğe bürünmüş haliyle tanıdım.
Merhum Türkeş Bey’i tanımama sebep olayların başlangıcı da çok ilginçti. Öğrencilik yıllarımda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi öğrencilerinden Mehmet Ali Öztürk isimli bir gençle Beyazıt Davlet Kütüphanesinde tanışmıştık. (Şu anda Birleşik Arap Emirlikleri’nde hiçbir suç veya cürmü olmadığı halde zindanda esir tutuluyor. Sebebi de Mehmet Ali’nin Suriye’de Türkmenlere insani yardım yapmasıydı.) Namaz vakti geldiğinde birlikte namaz kılmaya gitmiştik. Muhabbetimiz oradan başladı. Sonra bu arkadaş bir gün beni Gülhane Parkı’nın yanında bulunan İstanbul Ülkü Ocakları’na davet edince ülkücü olduğunu anlamıştım.
Kafamdaki ülkücülük ve ülkücüler imajı çok kötüydü: Ülkücüler, bir katiller topluluğuydu. Mehmet Ali ise bu profile hiç uymuyordu. Oldukça yardımsever şen şakrak bir insandı. Davetine uyup Gülhane’deki Ülkü ocaklarına gittim. Kafamda nasıl bir Ülkü Ocakları ve Ülkücü imajı var idiyse, Ocak’tan içeri girdikten birkaç saniye sonra beynimden vurulmuşa döndüm.
Ocak’ta muhtelif yerlere serpiştirilmiş birbirinden güzel görsele sahip çiçek saksıları vardı. Kafamdaki “canavar ülkücü”imajı ile ters bir görüntüydü. Zaten ocağa girip selam verince sesimizi duyan hemen herkes edepli bir şekilde kimi oturduğu sandalyeden doğrularak kimi ayağa kalkarak selamımızı aldı.
Ve Kafamdaki ülkücü imajı, bu insanları tanıdıkça değişti.
Irkçı değillerdi. Biyolojik milliyetçiliğe karşılardı.
Sonra, daha çocuk yaşta yaşam biçimi haline gelen kitap okumalarıma önce Rahmetli Türkeş Bey’in “Dokuz Işık”ını kattım. Sonra bir çok ülkücü yazar şair okudum.
Bizim gibi insanlardı. Acıları, dertleri vardı. Bizim Diyarbakır Zindanımıza karşılık Onların Mamak Zindanları, Ankara Ulucanları vardı. C-5 işkencehaneleri vardı.
Cennetmekan Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve nice ülkücünün işkence anılarını okudum.
Bizim gibi dertli değillerdi, bizden daha çok dertlilerdi. “Moskof’a karşı” korumaya çalıştıkları devletten ağır bir darbe yemişlerdi. İşkence altında can vermişlerdi. Ve Allah, bu ülkede, ölüme giderken Kendi salasını okumayı 12 Eylül işkenceleri altında şehit olan Ülkücülere nasip etmişti.
Şehit Mustafa Pehlivanoğlu’nun nişanlısına yazdığı mektubu okuduğumda hüngür hüngür ağlamıştım. O gece, hayatımda ciğerimin en uzun yandığı gecelerden biriydi.
Sevgilim yoktu, nişanlım yoktu. Daha doğrusu öyle bir duygumda yoktu. Farkında değildim. Henüz 18’imdeydim.
Bu duyguların ne olduğunu bilmiyordum. Ama saatlerce Mustafa Pehlivanoğlu’nun nişanlısına yazdığı o duygulara ağlamıştım.
Benim Babam da 12 Eylül kurbanıydı. Kürtçü ve solcu olmaktan alınmıştı. O da işkenceden dolayı rahmetli olmuştu.
Onun Pehlivanoğlu kadar mektup yazma şansı olmuş muydu bilmiyorum. Belki de aklına gelmemişti çektiği acılardan…
Babamın Erzurum Askeri Cezaevindeki son ziyaretlerimizde gördüğüm sararmış yüzü o gece sabaha kadar benim gözümün önündeydi.
Sarayburnu’ndan Kücükçekmece sahiline kadar gah yürüyerek gah oturarak ağlamıştım…
Demek ülkücüler de bizim gibi insandı. Onlar da bu ülkenin en acı çekenleriydi.
Çok sonra rahmetli Türkeş Beyi canlı canlı tanımak nasip oldu. Yine bir gün Mehmet Ali “Erdal Başbuğ yarın Ocağa gelecek gel sen de tanış” demişti. Ve gittim.
Tanıdım.
Yaklaşık 40 dakika bir sohbet yaptı. Yıllarca bana “Azrail’in ete kemiğe bürünmüş hali” olarak gösterilen adam karşımdaydı. Öylesine munis bir ses tonu ile o kadar güzel laflar dökülüyordu ki dilinden…
Daha sonra da gördüm birkaç kere.
Ve gazetecilik mesleğine başladıktan sonra merhum Türkeş Bey’i bir çok kere görmek kısmet oldu.
Türkeş Bey, bugüne kadar gelmiş geçmiş en zarif ve centilmen siyasi liderlerden biriydi.
Türkeş Bey’in bu güzel insani tarafı elbette ki bu ülke için bir kazanımdır. Lakin bu ülkenin Esas kazanımı, bizatihi merhum Türkeş Bey’in siyasi varlığı ve liderliğidir.
Türkeş Bey, kendi oluşturduğu doktrinle, Türk milliyetçiliğini “biyolojik/ırka dayalı milliyetçilik” değil de “Kültürel milliyetçilik” temelinde yükseltti.
Alpaslan Türkeş kadar hümanist, insan sever siyasi Lider çok az gördüm.
Ermeniler, Karabağ’da Türklere karşı soykırım gibi aşağılık bir suç işlemelerine rağmen, Ermenistan açlık yaşayınca bu ülkeden yüzbinlerce ton un ve buğday gönderilmesini teşvik etmiş bir Türk milliyetçisiydi.
Türkeş Bey değil de hafazanallah Nihal Atsız, Muzaffer Özdağ (bugün mecliste bulunan ve FAŞİST kimliği ile mideleri bulandıran Ümit Özdağ’ın babası) gibi ırkçılar Türk milliyetçiliğinin öncülleri olsaydı bu ülkenin tarihi çok farklı olurdu.
İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin neredeyse her kasabası ve her sokağında farklı ırklardan insanlar yaşıyordu. İmparatorluğumuzun bütün Müslüman bakiyeleri Anadolu’ya sığınmıştı. Eğer Irk temelli bir milliyetçilik anlayışı hâkim olsaydı, Bu ülke bir çok Serebrenitsa, Halepçe ve Hocalılara ev sahipliği yapardı.
Rahmetli Türkeş Bey, sadece Türk milliyetçiliğini kültürel temelli yapmadı, bu ideoloji bağlılarının şiddetten uzak durmasını sağladı.
Türkiye’nin ilk bölücü siyasi partisinin milletvekillerinin tamamının defterinde Türkeş Bey’in yatak odasının telefon numarası vardı. Ve bunu merhumun kendisi “bir sıkıntı ile karşılaşırsanız gece gündüz arayın” diye bizzat vermişti onlara.
Leyla Zana’ya bir baba gibi “kızım” dediğine bizzat kulaklarıma şahit oldum. Kendi evinin telefonunu Leyla Zana’ya da verdi gözlerimizin önünde.
Bir zamanlar İstanbul Esenyurt’ta belediye başkanı olan ve Sol terörist katillere “aydın” dediği için özellikle milliyetçilerin nefret ettiği CHP’li belediye başkanı bile kaç kere sıkıştığında gece yarıları Türkeş Beyi evinden aradığını biliyorum. Merhum Türkeş Bey, bir telefonla muhasara altına aldıkları o belediye başkanını kurtardığını da bilmeyen yoktur.
27 Mayıs darbesini önceden Menderes’e bildirmesine rağmen Adnan Bey, bu bildirimi kulak ardı etmişti. Türkeş Bey, Adnan Menderes’in idamına da karşı çıktığı için 27 Mayısçılar tarafından sürgün edilmişti.
Türkeş Bey aleyhine solculardan daha ağır ve çirkef kara propagandayı yapan diğer grup da Yeni Asyacı denen kazurat takımı idi. Kemik uğruna Süleyman Demirel’in etrafında kuyruk sallayan bu badem bıyıkların yüzünden bu ülkenin dindarları onlarca yıllarca Türkeş Bey’den uzak durdu ve onu hiç tanımadı. Tanımadığı için de bu millet, bu ülke çok şey kaybetti.
Alpaslan Türkeş Bey, tam 23 yıl önce emanetini teslim ederek bu dünyadan ayrıldı.
Allah rahmet etsin. Alpaslan Türkeş’in ölümü sadece bir siyasi liderin ölümü değildi. Türkiye için, bu ümmet için büyük bir kayıptı kanaatimce.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
12 Haziran 2024 Dünya, Eğitim, Köşe Yazıları
27 Mayıs 2024 Dünya, Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, ÜNİVERSİTE
03 Mayıs 2024 Dünya, Eğitim, Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, ÜNİVERSİTE
27 Kasım 2023 Dünya, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler