Son Dakika
AİÇÜ, TS EN ISO 9001:2015 Belgesi Almaya Hak Kazandı
AĞRI’DA İLK KADIN OTOBÜS ŞOFÖRÜ
Çiçek: “Geçit Yok! Biz Bu Savaşı Kazanacağız.”
“Ağrı Dağı Solunum Zirvesi-2” Tuzluca Tuz Terapi Merkezi’nde Gerçekleştirildi
TİGAD’DAN BASIN AÇIKLAMASI
21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü: Yerel Basının Sorunları ve Çözüm Önerileri
Yalta Anlaşması ile 1945’te kurulan “dünya düzeni” şükürler olsun artık temelli yıkılıyor.
Ta 1945’ten bu yana dünyaya deli gömleği giydirilmiş ve acımasız bir sömürü düzeni kurulmuştu.
Sovyetler Birliği (bugünkü Rusya) İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri dünyayı paylaşmış, Fransa ve Çini de yanlarına peyk olarak almışlardı.
1945’ten bu yana ilk kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu düzene cesurca ve yüksek sesle itiraz etti. Önce “One munit”, akabinde de “Dünya beşten büyüktür” dedi her platformda. Bu itirazın bedelini ağır ödedi. Ekonomik savaşlar ve peş peşe üç darbe teşebbüsü ile karşılaştı. Biri 28 Nisan e-muhtırası, biri 17-25 Aralık FETÖ Polis-Yargı darbesi, sonuncusu da 15 Temmuz askeri darbe girişimi…
Ve şükürler olsun bu millet üç darbeyi de savuşturdu.
Türkiye’nin; Erdoğan’ın dünya düzenine itirazları sürerken, Çin’de ortaya çıkan “Çin virüsü/Covid-19” bu sistemin temeline incir ağacı dikti.
Virüs dünyaya yayılır yayılmaz Erdoğan, “Bundan sonra dünya çok değişecek. Eski sistem yok alacak” mealinde bir cümle sarf etti.
Hakikaten Covid-19, 1945’te Yalta’da kurulan dünya düzeninin ağa babalarının tamamının birer çürük Kavak ağacı olduğunu gösterdi.
Dünyanın en büyük ekonomileri, en süper güçleri bu virüse yenildiler.
Onların özellikle bölgemizdeki ortakları (İran ve Suudi Arabistan) yerle bir oldu. İran ve Suud diktatörlükleri her ne kadar saklasa da on binlerce vatandaşları bu virüsten dolayı can verdi.
Yalta sisteminin ağa babası Avrupa Birliği, ABD ve Çin, neredeyse tarih sahnesinden çekilme noktasına geldiler. Özellikle Avrupa Birliği aslında tarihten çekilme safhasına geldi bu virüsle beraber.
Vahşi, çapulcu barbar Batılı damarları yeniden nüksetti. Birbirlerinin sağlık malzemelerini, ilaçlarını çalmaya başladılar.
Bu hengamenin içinde ayakta durabilen ve şu anda 50’nin üzerinde ülkeye sağlık ve insani yardım yapabilen Türkiye ayakta kaldı.
Türkiye hem yeni Başkanlık sistemi hem de devlet organizasyonu ile bu pandemiyle mücadeleyi kontrollü yürütebilen tek ülke oldu. “saat gibi çalışan” Almanya bile covid-19 ile mücadelede ciddi anlamda tökezledi. Bu gün Almanya’da tuvalet kağıdı, ıslak mendil, maske yok. Un başta olmak üzere temel gıda maddelerinde sıkıntılar baş göstermeye başladı bile.
Türkiye pandemi ile mücadelede rüştünü ispatladı. Lakin asıl önemli olan bundan sonraki aşamadır.
Türkiye, bir an önce Florasının envanterini çıkarıp bitki örtüsünü ve tohumlarını garantiye almalıdır.
Bütün ekilebilir toprakları öncelikle hububatla ekmelidir. Saman ve hayvan yemi stoku yapmalıdır. Merada otlayan hayvan sayısını bu yıl en az beş kat arttırmalıdır.
Küçük baş hayvan sayısını 10 çarpanı ile arttırmak zorundadır.
Hangi meyve hangi bölgede yetişir? Acilen bunun envanterini çıkarıp tarlaların korunabilir meraların ve özellikle dağlık arazileri bu meyve ağaçları ile donatmalıdır.
Kentleşme politikasından vaz geçmelidir. İnsan popülasyonunun kıraç Orta Anadolu’ya yönlendirmelidir. Verimli Marmara, Trakya, Ege, Ak Deniz Güneydoğu arazilerini imara kapatmalıdır.
Yeni kurulacak 150-200 binden fazla nüfusa ulaşmamasını sağlamalıdır. İstanbul’daki nüfus popülasyonunu yarı yarıda fazlaya düşürmelidir. Coronavirus pandemisine baktığımızda en çok yayıldığı alan büyükşehirlerdir.
Tarihten beri salgın hastalıklar hep şehirleri sever.
Jüstinyen Vebası’nı bilmeyenimiz yoktur sanırım. 6. Yüzyılda başlayan bu veba, tahminlere başta İstanbul (Konstantinapol) olmak üzere bütün büyük şehirleri vurdu. On binlerce insanı öldürdü şehirlerde. Dikkat edin o dönemde vebanın etkin olmadığı tek bölge Germanya (Almanya)’dır. Çünkü o dönem Almanya’nın en büyük şehrinin nüfusu 10 bindir.
Hele Çin kökenli veba ve salgınlara bakarsak büyük şehirlerin pandemi yatağı olduğunu görürüz. Çin’i kıran bütün vebalar, şehirlerde kök salmıştır. Kasaba ve köylerde o kadar kırım yapmamıştır.
Salgınlarda büyük şehirleri korumak, bunları beslemek, temiz su ve hava sağlamak o kadar kolay değildir. Bütün bu sıkıntılar, hastalığın yayılmasına sebep olur.
Bunca yıllık meslek hayatımda toplu ölümlerin yaşandığı savaşlarda salgınların tamamı şehirlerde ölümcül olmuştur. Küçük kasaba v köylerde salgının etkisi oldukça azdır.
Türkiye, bir an önce dikey bina denen bu ölüm kutularından vazgeçmelidir. Hem salgın hastalıklar hem de deprem ve yangın gibi afetlerde dikey mezarlara dönüşüyorlar.
Türkiye, bahçeli ev kültürüne yeniden dönmeli. Bütün evlerin bahçesine yörede yetişen sebze ve meyve ağaçlarının dikilmesi zorunlu hale getirilmelidir.
Eğer Türkiye, İspanyol enflüanzasından çok az hasarla kurtulduysa bunun tek sebebi soğan ve sarımsağın ülkede bol olmasındandır.
Arşivler ortada. Avrupa, soğan ve sarımsak yokluğundan dolayı İspanyol gribine çok ağır kurban verdi. Bu konu ile ilgili sayısız bilimsel makaleler arşivlerde bulunuyor
Herkes evinin bahçesine meyve ve bahçe sebzelerini ekme alışkanlığı geliştirilmelidir.
Bütün karayolları, oto yollar ve köy yollarının kenarları meyve ağaçları ile donatılmalıdır.
Dünya bu koronavirüsten sonra yeri bir salgını yaşayacağından hiç kuşkum yok.
Türkiye’nin su yatakları gittikçe kısıtlı hale geliyor. Bir an önce su politikası değiştirilmeli. Akan suların tamamı tarımda değerlendirilip yeniden kendi toprağımızın altına gönderilmelidir. Bu döngü sağlanmazsa, fazla değil birkaç yıl sonra ciddi su sıkıntısı ile karşılaşacağız. Her biri birer devlet nüfusuna sahip olan büyükşehirlerimiz olası su sıkıntısında yeni salgın hastalıklarla yüzleşecektir. Özellikle uyuz, bitlenme ve Tüberküloz kesinlikle baş gösterecektir. Hele hele belediyelerde değişen yeni yönetim anlayışı Türkiye’yi adım adım felakete götürüyor.
Distopya değil ama maalesef gerçek, önümüzdeki yıllarda asit yağmurları yağdıracaklar.
Dünyayı kuraklığa mahkûm edecekler. Türkiye buna hazırlıklı olmalı. En az 7 yıllık yiyecek stoklamak zorunda.
Türkiye, bu anlamda gerekirse dünyaya kapılarını hafif kısmalıdır. Buğday ve diğer hububat ürünlerinin ihracatını yasaklamalıdır. Önümüzdeki 4-5 yıl çok kritik olacaktır. Hububatı, meyve ve sebzesi kendine yeten ülkeler yeni süreçte ayakta kalacaklardır. Evet elimizde akıllı pahalı telefonlar olmazsa yaşayabiliriz. Ama su ve yiyecek olmazsa yaşayamayız.
Türkiye’nin yapacağı bu kendine yetme hamlesine karşı egemen sermaye, yeni terör argümanları ve odaklarını harekete geçireceklerdir. Bu gün TBMM’de bulunan bazı partilerin terörün odağı haline getireceklerdir.
Türkiye, şimdiden bu muhtemel oluşumlara karşı da gerekli tedbirler almalı.
İran üzerinden Doğu Anadolu’ya sokulan Afgan ırkı et ve süt bakımından oldukça verimsiz olan büyük baş hayvanların ülkeye girişine engel olunmalı. Kaçakçılığa karşı müebbette varan hapis cezaları bir an önce Meclis’ten çıkarılmalıdır.
Özellikle günümüzde Terörist yapılanmalarla çok içli dışlı olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün adını kullanan partiler bu terör örgütlerinin en büyük odağı olacaklardır.
Erdal ŞİMŞEK
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
12 Haziran 2024 Dünya, Eğitim, Köşe Yazıları
27 Mayıs 2024 Dünya, Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, ÜNİVERSİTE
03 Mayıs 2024 Dünya, Eğitim, Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, ÜNİVERSİTE
27 Kasım 2023 Dünya, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler